Bloomberght
Bloomberg HT Görüş Cüneyt Başaran Euro, Avrupa, faiz, Brezilya ve kaygılar...
Cüneyt Başaran
Cüneyt Başaran
Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun olduktan sonra, yüksek lisansını Yeditepe Üniversitesi'nde tamamladı. Kariyerine finans sektöründe başlayan Cüneyt Başaran, İstanbul'da ABank ve BNP'de trader olarak görev aldı. Daha sonra Londra'ya yerleşip Commerzbank ve Standard Bank'ta Türkiye Masası Şefi pozisyonunda çalıştı. 2010 yılında medya sektörüne geçti. Başaran, Bloomberg HT Televizyonu ve Bloomberght.com Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinin ardından Ciner Medya Grubu Londra Temsilciliğinin yanı sıra Gazete Habertürk'te köşe yazıları yazmaya devam ediyor.

Euro, Avrupa, faiz, Brezilya ve kaygılar...

Giriş: 09 Temmuz 2014, Çarşamba 14:09
Güncelleme: 09 Temmuz 2014, Çarşamba 17:01

İlginç bir fiyatlama var. Avrupa’dan başlayan iki ayrı kaygı aynı anda fiyatlanıyor. Avrupa’da bankacılık sektörüyle alakalı biz hiçbir şey yapmadık. Erste Bank’tan tutun da Portekiz bankalarına kadar ciddi bir sermayelendirme sıkıntısı var. 2010’dan beri aynı şeyi konuşuyoruz. Şöyle bir görüş var: “2011’den beri para veriyoruz piyasalara ama 2010’dan beri İtalyan bankaları gibi birkaç banka dışında sermaye artırımı dışında öyle kayda değer hiçbir şey yapılmadı.”

‘Ama bunların dışında elle tutulur bir şey yok’ kaygısı Avrupa’da bankacılık sektörüne sert satış getirmiş durumda. Ne kadar kayıp var diye baktığımızda, son 5 günden beri Portekiz’de yüzde 5, İtalya’da yüzde 4’e yakın, Fransa’da yüzde 2.5, gene yüzde 1.5’lar civarında var Rusya’da. Avrupa’nın hemen hemen tamamında, hatta Almanya’da dahi yüzde 1.3’lük kayıplar var. Avrupa’da son 5 gün hiç iyi geçmedi. Satışlar son derece sert ve piyasanın moralinin bozuk olduğunu gösteriyor.

Avrupa’daki satışın sebebi ise ‘Draghi elinden geleni yaptı, kartlarını masanın üzerine açtı. Bundan sonra Draghi’den bir şey bekleyemeyiz. Ama iş sadece ekonomik toparlanmayla alakalı değil. Bankacılık sektörü hiçbir şey yapmadı. Bunun üzerine de etraftaki gelişmeler Avrupa’yı etkiliyor. Bunların dışında S&P ve Dow’da rekor yaptık. Bilançolar geliyor. Alcoa bilançosu kendi içinde iyi sayılabilir. Ama bu bilançoların altını doldurabilecek şirket karları gelecek mi? Daha önemlisi ABD’de de ‘Acaba Merkez Bankası’nın (FED) faiz artırım süreci nasıl olacak ve ‘Biz çok mu hızlı fiyatladık bu durumu’ gibi kaygılar var. Kaygıların ikisi aynı anda fiyatlanıyor. Ama jeopolitik olarak dağılmış vaziyette. Ukrayna konusunda Rusya’nın yaptığı ‘bundan sonra dünyanın neresinde bir Rus varsa, Rusya arkasındadır’ açıklaması, Irak konusunda Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ele geçirdiği yerler ve buradan sonra Bağdat’taki merkezi hükümetle IŞİD arasında sıcak temas konusu. Buna rağmen Brent petrolün en sıcak günlere rağmen 105 doların altına gelmiş olması ve farklı bir fiyatlama yapılmış olması. Buradan da alt başlıklara girecek olursak dün mesela Gazze’de önce Hamas’ın İsrail’i roketle vurması, ardından da İsrail’in buna karşılık vermesi, dünyanın her tarafında da bu gibi olaylar fiyatlamaları etkilemeye hazır bir şekilde bekliyor.

-Brezilya’ya asıl şimdi dikkat

Malum Brezilya, Almaya karşısında 7 - 1 gibi ağır bir hezimete uğradı. Sonucu bir kenara bırakacak olursak, Brezilya bu turnuvaya ‘ekonomi bu haldeyken statlara o kadar yatırım yapılması’ noktasında ciddi protestolarla hazırlanmıştı. Umarım Kupa’nın sonuna 4 gün kalmışken sağ salim bitirebilirler. Brezilya’da takımın başarıları sayesinde protestolar bir nebze dinmiş olsa da, bu sonuç ciddi infiale yol açtı. Bunun ötesinde sokak çatışmaları da görebiliriz.

Financial Times da iki ülkenin ekonomik şartlarının sahaya yansıdığını gösteren bir grafik hazırlamış. Grafikte Dax Endeksi’nin son 5 yılda yüzde 70 yükseldiği ve Bovespa’nın yüzde 5 gerilediği görülüyor. Öte yandan sanırım bir futbol ekonomisi olan Brezilya’nın ekonomiyi diğer yönleriyle de masaya yatırma vakti geldi. Eskisi kadar büyüyemeyen, futbolda bile istediği sonuçları alamayan ve sıradanlaşma ihtimali olan Brezilya’nın her anlamda altypısından tutun da futbol sahasına kadar bazı şeyleri gözden geçirmesi gerekiyor.

-Aşırı değerli euroya büyük şirketlerin tepkisi

Euro/doların seyrine bir baktığımızda yatırımcıların çoktan 1.30’ların aşağısına inmesini beklediği bir seviye. Ben de en son düşüşte 1.35’in altına inmesini bekliyordum. Euro/dolarla ilgili buradan sonra şirketlerin veryansını başlamış durumda. Söz konusu olan bir uçak şirketi olabilir.

Sadece burada Almanlar’ın sesi çıkmıyor. Çünkü BMW’den tut Siemens’e kadar Alman şirketleri 1.35’teki euro/dolar paritesiyle her tarafa mal satabiliyorlar. Almanlar 1.35’lik euro/dolarla Çin’e mal satabiliyor. Zaten kendisi için en önemli pazarlardan olan Avrupa Birliği içerisindeki Almanya dışı ülkelere rahatlıkla mal satabiliyor. Gene ABD’ye de satış yapabiliyorlar. Yani Almanlar’ın 1.35’lik euro/dolar paritesiyle ilgili bir derdi yok. Soracak olursan Almanlar’a yüzde 10-15’lik değer kayıplarına hiç sıcak bakmıyorlar. Çünkü onlar ‘biz ne çektiysek enflasyondan çektik. Paranın hızlı bir değer kaybını, enflasyona yol açacağı dolayısıyla kabul etmiyoruz’ diyorlar.

Ama Almanya dışında kim olursa olsun, buna İtalya, İspanya ve Portekiz dahil, kimse 1.35’lik euro/dolarla baş edemiyor. Bu da bizim zaman zaman yaptığımız ‘hangi ülke hangi parite seviyesine kadar dayanabilir’ noktasında Almanlar bırakalım 1.35’i, 1.40-45’e kadar dahi ciddi bir şekilde nominal olarak ihracatlarından ödün vermeden bu işin içinden çıkabiliyorlar. Ama İtalya ve İspanya gibi ülkeler için kendi mallarını ihraç etmelerine yarayacak seviyeler 1.20’nin de altında.

Dolayısıyla zaman zaman da değindiğimiz üzere Juncker’in başkanlığından İngiltere ile Almanya kapıştı. İngiltere neden bu işin içine girmiyor hiç? Onlar da para birimlerinin aşırı değerli olmasından şikayetçi ama en azından kaderi kendi elinde. Faizini artırarak indirerek bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Juncker kavgasının arkasında bu var. Fransızlar’ın dolar cinsinden bir para birimi bulalım kavgasının arkasında bir parça bu var. Ama şu da bir gerçek ki, Almanya her yardıma ihtiyacı olanın yardımına yetişse de, önümüzdeki süreçte 1.35 ısrarından geri adım atmadıkça bundan sonra Avrupa’daki en büyük kavgalar güçlü euro/dolar sitemlerinden çıkacak gibi gözüküyor.

-Avrupa Merkez Bankası ve parasal genişleme tartışmaları

Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) parasal genişlemeyle ilgili çalışmasının büyük bir kısmını okudum. Orada deniliyor ki, ABD ekonomisini bir vücut olarak düşünecek olursak ve oraya giden kanın damarlar aracılığıyla gideceğini varsayarsak, orada çok fazla damarın olduğu söyleniyor. Yani bunun içerisinde bankalar, farklı finansal kuruluşlar ve batan şirketler vardı. Konu sadece bankalar üzerinden gitmiyordu. Hane halkının hisse senetlerine olan bağımlılığı, kendisini zengin hissetmesi gibi mevzular da bunun içerisindeydi. FED’in gidip bu damarlarda tıkanıklık yapan zehirli oluşumları alması çok önemliydi. Çünkü konunun sadece bir yönü yok.

Öte yandan hisse senedi piyasasının yükselmiş olması ABD’nin harcaması açısından da çok önemli. Çünkü böylece kendilerini zengin hissettiler. Konut fiyatlarının suni bir şekilde yükseltilmesi dahi ciddi önem arz ediyordu. Ama aynı reçete Avrupa’da işe yaramaz, çünkü Avrupa’da konuta bağımlı bir ekonomi yok. Avrupalı’lar konut fiyatları arttı diye kendilerini zengin hissetmezler. Hisse senetlerine bağımlılık son derece düşük. Üstüne üstlük sadece bankalar üzerinden ilerleyen bir kredi mekanizması var. İspanyol bankalarının üzerinde belki mortgage ile ilgili sıkıntılı bir durum olabilir. Onunla da daha önce ilgilenilmişti. Ama onun dışında Avrupa’nın genelinde bankaların genelinde ABD’de olduğu gibi o kadar zehirli varlıklar da yok.

O yüzden AMB’ye FED’i örnek göstererek piyasadan mortgage’a bağlı ipotekli tahvil almayı, olmuyorsa hisse senedi alımı yapılmasının tavsiye edilmesinin bir anlamı yok. Almanya bu işin gerçekten karşısında yer alıyor. Bence bu tartışmalar artık geçerliliğini yitiriyor. Draghi yapılabilecek her şeyi yaptı. Teşhisi de çok net koymuş durumda. Draghi diyor ki: “ Eğer bir banka benim kapımı çalıp ‘İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde ciddi kredi ihtiyacı olan banka var. Ancak benim bilançomdaki sermaye yeterli olmadığı için ve rahat fonlama bulamadığım için veremiyorum’ derse ben de faizi indiririm.” Onun dışında bence yapılabilecek bir şey yok. Bu tartışmanın da boşuna yapıldığına inanıyorum. Orada Almanlar’ın ikna edilip 1.35 inatlarından vazgeçirilmeleri gerekiyor. Euro/dolar paritesinin 1.30’ların bir nebze altına inmesi yangını belki söndürebilir.

-FED’in ne zaman faiz artıracağı Merkez Bankası için önemli

FED’in 2015 vadeli faizinin nerede olduğunu gösteren grafik Merkez Bankası için de önemli olabilir. Grafikte 2015 Aralık vadesinin yüzde 0.80 civarında fiyatlıyor. Yani şu an yüzde 0.25 bandında olan faizin, 2015 Aralık’ında yüzde 0.80’de olacağını fiyatlıyor. Faizde Temmuz başında sadece bir hafta içerisinde yüzde 0.70’ten 0.80’e bir yükselme görüyoruz. 2016 Aralık’ında FED vadelileri yüzde 1.70’ten fiyatlıyor. Yani şu andan itibaren 2.5 sene içinde FED’in faizleri yüzde 1.70 civarına çekeceği çok net gözüküyor.

Goldman Sachs beklentisini 2016’dan 2015’in 3. çeyreğine çekti. J&P Morgan gene 2015’in 3. çeyreğine çekti. Piyasalar faiz artırımlarının 2015’in 2. veya 3. çeyreğinde başlayacağı konusunda büyük oran ikna olmuş durumda. Piyasalar 2015 sonunda yüzde 0.8 bekliyor. Faiz 2016 sonunda da yüzde 1.70. olur deniliyor. Dolayısıyla yurt dışındaki faizlerin böyle artacak gibi gözüküyor. İçerideki faizler ne olur sorusuna da en güzel cevap herhalde buradan gelir.

-Faiz indirimi tartışmaları

Artık bu konu piyasa için her konuşmada girilmesi gereken bir gündem oldu. Dün Ali Babacan’ın konuşmasına baktığımızda farklı bir söylem görüyoruz. Arkasından Başbakan’ın da çok net bir açıklaması var. Dün mesela İTO Başkanı İbrahim Çağlar buradaydı. Onun da mesajı aynı minvaldeydi. Faiz düşmeli dedi. Düşünce ben yatırımlarımı artıracağım dedi. Farklı görüşler olabilir. Ümit ediyoruz ki bu konudaki tek otorite olan Merkez Bankası elindeki enflasyon verilerine, dünyadaki gelişmelere ve risklere bakarak bu faiz indirimine yer olup olmadığına karar verecektir. Aksi takdirde olası bir faiz indiriminin hakikaten siyasi telkinle mi yoksa ekonomik şartlarla mı alındığı sorusu bizi çok yorar. Bu yorgunluğun da sonu ileride pek iyi olmaz.