Bloomberght
Fatih Keresteci
Fatih Keresteci

Aman Petrol...

Giriş: 28 Şubat 2011, Pazartesi 13:51
Güncelleme: 28 Şubat 2011, Pazartesi 13:51

Aman petrol, canım petrol

Artık sana sana muhtacım petrol

Elinde petrol, sonunda petrol

Artık dizginlerim senin elinde petrol...

1980 yılında düzenlenen Eurovizyon şarkı yarışmasına Türkiye’yi temsilen katılan Ajda Pekkan’ın icra ettiği “petr’oil” adlı şarkının bir dörtlüğü... Türkiye o yıl Eurovizyon şarkı yarışmaları tarihinde ilk 12 puanını almasına karşın toplamda 23 puan toplayarak yarışmayı 15. sırada tamamlayabilmişti.

Şarkı sözlerinin toplumsal olayları yansıttığını biliyoruz. Buna tarihin birçok evresinde rastlayabiliriz. Ancak, hiçbir zaman, Ajda Pekkan’ın petrol adlı şarkısı kadar bariz olacağı kanaatinde de değilim.

1970’ler dünya ekonomisinde petrol krizinin yaşandığı dönem olarak bilinir. Arap-İsrail savaşında ABD’nin İsrail’e destek vermesine karşılık olarak OPEC’e üye Arap ülkeleri petrol ambargosu ilan eder. Petrol fiyatları çok hızlı artış kaydeder. Büyük Buhran sonrasında uygulanan Bretton Woods sisteminden çıkışın da aynı döneme denk gelmesi sonucu dünya ekonomisi sarsıcı bir krize girer. Üstelik, daha önce yaşanan kriz deneyimlerine benzemeyen bir şekilde: Bir yandan ekonomilerde ciddi oranda daralma yaşanırken diğer yandan artan ithalat faturası enflasyonu körüklemiştir. Bu da ekonomi literatürüne “stagflasyon” olarak geçen ekonomik daralma+enflasyon sorununa işaret eden terimi kazandırmıştır.

1970’lerin petrol şokundan tüm dünya ekonomileri olumsuz etkilenmiştir. Ancak, en çok gelişmekte olan ekonomilerin sarsıldığını söylersek hata yapmamış oluruz. Birçoğu uzun süreli borç batağına girmiş, etkisi on yıllar süren ekonomik sorunlarla karşılaşmış ve hatta siyasal değişimlere maruz kalmıştır. Türkiye de ne yazık ki bu ekonomiler arasında yer almış ve ciddi bedel ödemişti. Ajda Pekkan’ın şarkısındaki “sana muhtacım” ifadesi de bu gerçeğin biraz da nükteli bir yansımasıydı.

Tarihin tozlu sayfalarını kapatıp günümüze dönelim. Bugünün de bir gün tarih olacağını unutmadan. Kuzey Afrika ve Ortadoğu (KAOD) ülkelerini saran siyasi ve sosyal ayaklanma dünya ekonomisi açısından son günlerin en hassas ve en önemli konusunu teşkil ediyor. Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %64’ünü oluşturduğu tahmin edilen ve mevcut üretimin üçte birini gerçekleştiren bölgede yaşanan sorunlar petrol fiyatlarında sert bir yükselişe neden oldu. Bölge ve niteliğine göre farklı olmakla birlikte varil fiyatı %10-20 arasında değişen oranlarda yükseldi. Yaşanan sorunların İran ve Suudi Arabistan gibi dünya petrol rezervleri klasmanında ilk üçte yer alan ülkelere de sıçrama riski finansal piyasaları diken üzerinde tutuyor.

Sorunların ne kadar süreceği, petrol fiyatlarının ne kadar daha yükseleceği ve ya da yükselişin ne kadar kalıcı olacağı soruları yazının konusunu oluşturmuyor. Zira, sorunlar kısa sürede bitebileceği gibi sadece KAOD bölgesini değil, tüm dünya ekonomisini yıllar boyunca etkileyecek bir özellik de içeriyor. Bu yazıda artan petrol fiyatlarının Türkiye ekonomisi ve bu bağlamda da Türk piyasaları üzerindeki olası etkilerini incelemeye çalışacağım.

Petrol fiyatlarındaki yükselişin genel ekonomi üzerindeki en önemli etkisi genellikle enflasyon olarak düşünülür. Petrolün başka bir ürünle ikame edilemiyor olması nedeniyle bu yargı kısmen doğrudur. Bu yargı Türkiye ekonomisi açısından da yinelenebilir. Nihayetinde, petrol varil fiyatlarında meydana gelen 10 dolarlık artışın enflasyon üzerinde 40 baz puanlık yukarı yönlü bir etki doğurduğu bizzat TCMB Başkanı Yılmaz tarafından dile getirildi. Ancak, etki sadece enflasyon ile sınırlı değildir ve diğer etkiler nedeniyle bazı durumlarda enflasyon ikincil plana da atılabilir.

Petrol fiyatlarındaki yükselişin Türkiye ekonomisi üzerinde enflasyon dışındaki diğer etkilerini altı ayrı kalemle sıralayabilirim: a) Tüketicinin benzin, ısınma, elektrik gibi harcamalara daha fazla gelir ayırması sonucunda diğer harcama kalemlerine ayırdığı bütçe azalır ve bu da iç talepte yavaşlama anlamına gelir; b) Şirketlerin enerji faturalarının şişmesi kar marjlarında düşüşe ve dolayısıyla da diğer harcama kalemlerinde tasarrufa yönelmelerine neden olur. Bu da hem istihdam düzeyi hem de maaş seviyesi açısından olumsuz haber anlamına gelir ki, iç talebi sınırlayıcı bir etki doğurur; c) Türkiye’nin ana ihracat pazarı konumundaki Avrupa hali hazırda sorunlu bir dönemden geçiyor. Petrol fiyatlarındaki artış bu ekonomileri önemli bir krize itebilir. Türkiye’nin son dönemde ihracat kapsamında AB’nin alternatifi olarak düşündüğü KAOD bölgesi ekonomileri ise durmuş durumda. Yani, olası bir petrol krizi Türk ihracatını olumsuz etkileyebilir. Bu da ekonominin ivme kaybetmesi anlamına geliyor; d) Yaşanan sorunların Türk turizmini olumlu etkileyebileceği düşünülüyor. Ancak, petrol fiyatlarındaki yükselişin ulaşım hizmet maliyetini artırması ve dahası artan güvenlik kaygıları tam tersi bir sonuç doğurabilir. Bu da turizm sektöründe ivme kaybı üzerinden ekonomiyi olumsuz etkileyebilir; e) Petrol fiyatlarındaki yükseliş ithalat faturasını şişirmek suretiyle cari işlemler açığını artırıcı bir etki doğurabilir. Arz yönlü bu şok Türkiye ekonomisinin riskini artırabilir. f) Bu gelişmeler ışığı altında tüketici güveninde önemli bir tahribat yaşanabilir. 2008 sonunda zirve yapan küresel finansal krizin tüketimde sert ve ani bir daralmaya yol açtığını hatırlıyoruz. Dolayısıyla, güvendeki zedelenme ekonomide önemli bir ivme kaybına neden olabilir.

Petrol fiyatlarındaki artışın doğrudan ve birincil etkisinin enflasyonda yükseliş olacağı kaçınılmaz. Ancak, hem içeride hem de dışarıda iktisadi faaliyetlerin düzeyinde meydana gelecek yavaşlama riski de gözardı edilmemelidir. Bu durum, para politikası uygulamalarını etkisiz kılabilir zira toplam talepte meydana gelecek yavaşlama karşısında para politikasının gevşetilmesi yönünde bir karar gerekirken petrol fiyatlarındaki artışın neden olduğu fiyat baskısı ise bu yöndeki bir adımı sorunlu hale getirebilir. Bu, TCMB açısından da iyi bir haber değil. “İlginç finansal deney” ile oldukça riskli bir politika uygulamasına giren Banka’nın konjonktürde meydana gelen ciddi değişim karşısında politika duruşunda güncellemeye gitmesi kaçınılmaz duruyor.