Advertisement

“Sun Kwon: Seni hiç kızgın gördüğümü sanmıyorum.

Locke: [kıkırdar] Ah, eskiden sinirlenirdim, hatta her zaman sinirli olurdum.

Sun Kwon: Artık hayal kırıklığına uğramıyor musun?

Locke: Artık kaybolmuş değilim.

Sun Kwon: Bunu nasıl becerdin?

Locke: Kaybolan herhangi bir şeyin bulunması gibi… Aramayı bıraktım.”

Sen hiç kayboldun mu? Daha doğrusu bunun ne zaman farkına vardın? Hepimiz kayboluyoruz. Çok azımız tropik bir adada mahsur kaldık ama hepimiz kaybolduk. Öyle anlarda, merkezimizden yani evden uzakta, aniden çarpıldığımızı hissedip asla geri dönüş yolumuzu bulamayacağımız korkusuyla donup kaldığımız zamanlar olmuştur.

Hele piyasalar ile içli dışlı olanların, birbirinin neredeyse karbon kopyası bunca haber ve kısa vadeli yorumlar içinde kaybolması adeta merkezimiz, evimizi sandığımız yer haline geliyor.

Buradan sonra yazacaklarım “Lost” dizisini izlememişler için spoiler sayılabilir. Yazının başındaki diyalogda alıntıladığım, John Locke karakteri iş hayatında tutunamamış, sözde “gerçek hayat”ta tam bir kaybeden. Ama içgüdülerine güveniyor ve ada hayatına en hızlı uyum sağlayan, adeta kendini orada bulan kişi oluyor. Dizideki Jack karakteri ise iş hayatında son derece başarılı ama her şeye mantık çerçevesinde, rasyonel yaklaşan biri. Epistemolojiden de çok haberdar değil. Yani insan bilgisinin doğası, kapsamı ve sınırları ile pek ilgilenmiyor. İnsan zihninin sınırları yok mudur?

İş hayatı var, bir de meslek kavramı var. Bu ikisi aynı değil ve birindeki başarının diğeriyle ters orantılı olması çok sık rastlanan bir durum. Bana piyasalar konusunda en başarılı profesyoneller kim diye soracak olursanız, vereceğim cevap muhtemelen profesyonellerin çoğunun dahi adını duymadığı isimler olacaktır. Ama iş anlamında başarılı olanları herkes zaten tanıyor. Kaldı ki ikisinin kesişim kümesi var ama içinde çok az kişi yer alıyor.

Bu piyasalara has bir durum değil. Popüler kültürde de sayısız örneği var. Bu konu fiziki veya parasal, sağlık ve güvence yansıması olduğunda da bir sorun. Aslında bu çok eski bir ikilem. Nitekim bu konuyla ilgili tarihte bilinen en erken tartışmalardan biri, Aristo’nun Poetika'sında bir tiyatro biçimi olan trajediyi tartışması örneğidir. Antik Yunan trajedisi özellikle yargıçların ve halkın onayını almak için tasarlanmış belirli kalıpları takip etti. Günümüzdeki Oscar örneği gibi.

Lost gibi karmaşık senaryoları takip etmek kolay değil. Örneğin, Lost dizisinin gösterimi İtalyan Rai Due tarafından iptal edilmiş çünkü reytingleri seyircinin senaryoyu anlamaması nedeniyle düşmüş. Neyse ki İtalyanların şansına kanal, açıklayıcı materyaller yayınlayarak diziye devam kararı almış. Aynı buna benzer karmaşık senaryodaki dizilerdeki gibi, gerçekler de her zaman göründüğü gibi değil. Bu nedenle basit sebep – sonuç ilişkilerinin biraz daha ötesine bakmak gerekebilir.

Aslında "bilim" denilen şey, eskiden "doğal felsefe" olarak adlandırılıyordu. Bu ismin kendisi önemlidir, çünkü bu isim bilim ve felsefenin ayrı uzmanlık faaliyetleri ve bölümleri olarak değil; bir birlik olarak kabul edildiğini gösterir. Bilgi arayışının, bilgelik arayışı ile birliği gibi düşünebiliriz.

Aşırı uzmanlaşma ve ticari kaygılar nedeniyle bunlar daha sonra ayrı uzmanlık faaliyetleri olarak kabul edilmeye başlanıyor. Aslında yaşayan en önemli bilim insanlarından biri olarak gördüğüm ama bizde konunun uzmanlarının bile yabancısı olduğunu tahmin ettiğim Dr. Ian McGilchrist'in, özellikle son iki kitabında mükemmel şekilde anlattığı gibi modern zihnin büyüyen ikiliği en temel sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Kaybolmuşluk duygusu, çağımızın “şizoid kişiliğinin” temel sorunu sanırım. Bilgelikten yoksun, salt güç arayışı ve olaylara doğrusal bakma alışkanlığı.

Piyasalara doğrusal değil de döngüsel yaklaştığınızda gözleriniz adeta fal taşı gibi açılabiliyor. Jesse Livermore’un sık sık söylediği tam da buydu. Çoğu başarılı piyasa profesyonelinin de bildiği ama reyting ve pazarlama açısından çok da matah olmadığı için pek de dillendirmek istemediği (Ray Dalio gibi istisnalar var elbette) gerçek de bu. Kim bilir, belki Lost dizisinde geçen şu diyaloğu daha iyi anlayıp, hissettiğinizde, piyasalarda arayışa son verip eve dönüş yolculuğunuza başlamış olacaksınız.

“Hurley: Şunu açıklığa kavuşturayım. Bütün bunlar zaten olmuş.

Miles: Evet.

Hurley: Yani şu anda yaptığımız bu konuşma zaten daha önce yapıldı.

Miles: Evet!

Hurley: Peki şimdi ne diyeceğim?

Miles: Bilmiyorum.

Hurley: Ha! O zaman teorin yanlış!

Miles: Bininci kez söylüyorum, konuşma zaten gerçekleşti ama senin ve benim aramda değil. Senin ve benim için şu anda oluyor.”