Advertisement

Türkiye ekonomisinin normalleşmesi için büyümenin başlaması, potansiyele yaklaşması ve bunun sürdürülebilir olması gerekiyor. Mevcut veriler bu ideale ulaşmak için uzun bir yola işaret ediyor. Öncelikle yola çıkmak için öndeki engellerin kalkması gerekiyor. Şubat ayı ile beraber Satınalma Yöneticileri Endeksi, tüketici güven endeksi gibi öncü göstergeler dipten dönüşe işaret etmeye başladı. Fakat 20 Mart sonrası bu çıkışı tersine çevirebilecek birkaç önemli gelişme yaşandı. Birincisi ABD ile yaşanan S-400 krizinin derinleşmesi, ikincisi, Merkez Bankası'nın rezerv kaybı spekülasyonuyla ortaya çıkan swap piyasasındaki gelişmelerin finansal piyasalarda arz-talep dengesinin kendi dinamikleri ile oluştuğuna dair şüphelerin artması, üçüncüsü de yerel seçimler bitmesine rağmen belirsizliğin uzunca süre devam etmesi oldu. Tüm bu gelişmeler, risk göstergesi olan Türkiye CDS’lerini 310 seviyelerinden 440 seviyelerine getirdi ve buna bağlı olarak hem döviz kurlarında hem de faizlerde  oynaklığın arttığı ve seviyenin yükseldiğini gördük.

Tüm bu gelişmelerin olumsuz etkisini en öncü göstergelerden olan Bloomberg HT Tüketici Güven Ön Endeksi’nin Nisan ayının ilk yarısında düşüşü olarak izledik. Endeks yüzde 9,31 gerileyerek 76,32 değerinden 69,22 değerine geriledi. Elbette 15 günlük bir ön endeksten bir trend değişimi sonucu çıkmaz. Fakat bu bir sinyal niteliğindedir. CDS’lerde somut yansımasını gördüğümüz yukarıdaki faktörler ortadan kalkmadıkça diğer öncü göstergelerin de aşağı dönmesi muhtemeldir. Geçtiğimiz hafta içinde yukarıdaki faktörlere ilişkin önemli gelişmeler yaşandı. İstanbul’da sayım sürecinin bitmesi ve mazbatının Sayın Ekrem İmamoğlu’na verilmesi bu konuya ilişkin belirsizliği önemli oranda azaldı fakat tamamen ortadan kaldırmadı. YSK tarafından seçimlerin yenilenmesine ilişkin karar netleşene kadar belirsizlik önceki durum kadar olmasa da devam edecek. Bir diğer sinyal S-400 meselesinin çözümüne ilişkin bazı olumlu açıklamaların gelmesi oldu. Swap tartışmaları ise Financial Times gazetesinin hafta içindeki bir manşet haberi brüt /net rezerv tartışması ile tekrar canlandı. Önceki iki gelişme finansal piyasalara olumlu yansırken, diğeri olumsuz yansıdı.

Siyasi ve jeopolitik gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz. Rezerv tartışması ile ilgili söylemek istediğimiz ekonomik verilere ilişkin şeffaflıktan kesinlikle vazgeçilmemesi gerektiği ve piyasada arz talep dengesine müdahale edilmemesi gerektiğidir. Kısa vadeli dış borcumuz ve cari açığımıza göre TCMB’nin rezervlerinin dövize doğrudan müdahale için yeterince güçlü olmadığı açıktır. Bu uzun süredir de böyledir. Bu konu elbette her zaman tartışılabilir fakat Financial Times gazetesinin yüzlerce konu arasında bu konuyu manşete taşıması da aynı şekilde tartışılabilir bir konudur.

Türkiye ekonomisinde yaşanan dipten dönüş sinyalinin ters dönmemesi için son bir ayda ortaya çıkan tartışmaların belirsizlik ve risk yaratmayacak şekilde geride kalması gerekiyor. Çıkış için ekonomiye odaklanmak ve yapısal reformlara yönelmek de doğru bir şekilde sık sık dile getiriliyor. Burada referans alınan ana unsur Sayın Berat Albayrak’ın 10 Nisan tarihinde açıkladığı ekonomiye ilişkin yeni yol haritası. İçeride ve dışarıda çok tartışılan bu sunum Yeni Ekonomi Programı/ Yapısal Dönüşüm Adımları adını taşıyor. Adı üzerinde yapısal dönüşüm programı değil yapısal dönüşüm adımları. Sunum makro çerçevede ama ilk kez tarımdan ihracata mikro dönüşüm reformlarının açıklanmasına ilşkin net tarihler verildi. Verilen tarihlerdeki açıklamaların detaylı ve kredilite sağlayacak yapıda olması beklentileri şekillendirmek açısından çok önemli olacaktır. Atılacak adımların yapısal reform niteliği o zaman daha doğru tartışılabilir görüşündeyiz. Bir önceki yazımızda yapısal reformların nasıl olması gerektiğine dair görüşlerimizi net bir şekilde tartışmaya çalıştık.

Bizim açımızdan son açıklanan yapısal dönüşüm adımları açısından en önemlisi sunumun ilk maddesi olan Finansal Sektör / Bankacılık sektörünün sorunlu kredilerinin çözümüne yönelik planıdır. Türkiye Ekonomisi için bir yol haritası çizilmeye çalışılıyor fakat önümüzde yola yuvarlanmış büyük bir kaya var gibi görünüyor. Bankacılık sektörü ile reel sektör arasındaki işleyişin normalleşmesi, bu kayanın ortadan kaldırılması gerekiyor ki reform için yola devam edelim. Ana hatları ile açıklanan bu plan kamu bankalarının özel tertip tahviller ile sermayelendirilmesi ve bankaların ellerindeki gayrimenkul ve enerji sektörüne ilişkin sorunlu kredilerin oluşturulacak varlık yönetim fonlarına devredilmesine dayanıyor. Plan daha çok 1998 Asya krizinden sonra uygulanan örneklere benziyor. Güney Kore örneğinde olduğu gibi başarılı uygulamalar ekonomilerin işleyişini 1-2 yıl içinde düzlüğe çıkarabiliyor. Dünyada deneyimlenmiş örneklere göre süreci yürütmeye çalışmanın olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyoruz.

Yazımızın başında belirtiğimiz siyasi ve jeopolitik riskleri geride bırakmayla beraber yakın gelecekte en önemli konu ana hatları ile ortaya konan bu yapılandırma sürecinin titizlikle ve başarılı bir şekilde yönetilmesi olacak. Yapısal reformları daha detaylı konuşabilmek için önce yoldaki bu engellerin kaldırılması gerekiyor.