2020'ye doğru: Büyüme (I)
2020’ye yaklaşırken elimizde yavaşlayan bir dünya ekonomisi ve bununla mücadele etmeye çalışan, gevşeyen bir global para politikası var. Global faiz oranları oldukça düşük. Major merkez bankalarından likidite enjeksiyonu devam etmekte. Ticaret savaşlarında ABD-Çin ekseninde haber akışı yoğun, kısmi anlaşmaların yapılması beklentisi var. Bu beklenti ile, 2020 yılında büyümenin bu yıla kıyasla daha iyi olması bekleniyor. Bu konuya da temkinli yaklaşmakta fayda var. Halen ortada bir anlaşma yok ve her an Trump gümrük vergilerini hızla yükseltiyorum da diyebilir. Dolayısıyla ticaret anlaşmasına dair pozitif haber gelince, ABD 10 yıllık faizi yükseliyor, olumsuz bir haberde de düşüyor. Global büyüme beklentileri bu anlaşmaya endekslenmiş durumda.
Böyle bir düşük global faiz ortamında, Türkiye’nin hem dış fonlama maliyeti düşüyor, hem de dış finansman ihtiyacı belirgin azalmış gözüküyor. Daha önceki yıllarda 220 milyar dolarlar civarında olan yıllık döviz ihtiyacımız, 2020’de 180-185 milyar dolar seviyesinde kalacak. Bu da dış kırılganlıklarımızın bir nebze daha azalması demek. Fitch’in son dönemde kredi görünümümüzü yukarı çekmesinin altında yatan sebep de buydu. Kredi notumuzun yükselmesi için ise öncelikle enflasyonu gerçekten düşürüp büyüme yoluna girebilmemiz gerekli.
2020’ye girerken makro görünümümüz ne söylüyor?
Büyüme tarafında son dört çeyrek ekonomik daralmamız %1 seviyesinde. Perakende satışlar, sanayi üretimi, güven endeksi gibi göstergeler dipten dönüşün belirginleştiğini hatta yavaş yavaş hız kazandığını gösteriyor. 2019’u %0’ın bir miktar üzerinde pozitif bir büyüme ile bitirirken, 2020’de de muhtemelen %3 civarı bir büyüme göreceğiz. Piyasa beklentisi de benzer. Geçen yılın son çeyreğinde sanayi üretimimiz ortalama yıllık %12 daralmıştı. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz bu çeyrekte sanayi üretiminde baz etkisi kaynaklı yüksek artışlar görürsek şaşırmayalım.
Ekonomide bu anlamdaki, baz etkilerinden kurtulup asıl gidiş hatı anlamamız ancak 2020’nin ikinci yarısında mümkün olacak. Son dönemde, atılan bir takım adımlarla kredi büyümesinin hızlanmış olması, baz etkilerinin de devreye girmesi ile, büyüme tarafında birkaç çeyrek oldukça iyi veriler görme ihtimalimiz yüksek. Sormamız gereken, kalıcı büyümeyi var olan kredi artış politikası ile ne kadar destekleyebileceğimiz. Ve bu politika ile enflasyon yaratmadan faizdeki düşüş trendini ne kadar koruyabileceğimiz.
İlk soruya cevabımız, kredi büyümesi ile büyümeyi 2020’de destekleyebiliriz. Fakat buradaki alanımız, krediler/GSYH oranımız arttıkça, daralmaya başlıyor. Öte yandan ticari kredilerden ziyade tüketici kredilerinde belirgin hızlanma görüyoruz. Bu bir sonraki dönem enflasyonun talep kaynaklı artması ile sonuçlanabilir. Bu durum da faizlerin düşmesi değil aksi şekilde artması ile sonuçlanıp tekrar büyümeyi baskılar. Bu noktadan itibaren, kredi ve faiz politikalarımızı dizayn ederken, enflasyonu da çok dikkate almamız gerekiyor. Unutmayalım, yalnızca faizi düşürerek sürdürülebilir bir kredi büyümesi inşa etmemiz zor, bunun yanında düşük enflasyon ile ekonomide güvenin tekrar oluşması oldukça önemli.
Büyümeyi takip ederken, bir diğer yakından baktığımız veri, özel sektörün (banka+banka dışı) dış borç çevirme rasyosu. Bankalarımız halen bilanço küçültmeye devam ediyor. Son bir yıla baktığımızda bankalarımızın nette 35 mlr usd dış borç ödediğini görüyoruz. Nette dış borç ödeyicisiyiz. Ekonomik büyüme modelimiz maalesef dış fonlamaya bağlı. Kendimizi fonlayabildiğimiz kadar çok büyüyebilmekteyiz. Çünkü içeride tasarruf az. Bu konu gün sonunda özel sektörün yeniden kaldıraç kullanarak, yani dış borçlanma yaparak büyümesine geliyor. Her ne kadar bu büyüme modeli sağlıklı olmasa da şu an elimizde var olan bu. Bu yüzden de büyümedeki gidişatın seyri, biraz da özel sektörün (banka+bankadışı) ne kadar kaldıraç kullanacağı ile yani ne kadar borçlanabileceği ile belli olacak. Global koşullar şu an buna elverişli. Fakat içeride ekonomiye güvenin yaygınlaşması gerekiyor. Bu olmadığı takdirde dış borçlanma maliyetlerimiz yüksek seyretmeye devam eder, ve arzu ettiğimiz kadar finansman kaynağı bulamayabiliriz.
Özetle faizlerin düşmesi elbette kredi büyümesi için önemlidir, fakat bunun sürdürülebilir olması başka bir tartışma konusu. Hatırlayacak olursak 2017 yılında oldukça büyük bir paket ile, kredi garanti fonu ile, ülke ekonomisini %7 büyütmeyi başarmıştık. Fakat bu büyüme oldukça suni idi, bu yüzden de 2018 yılının başı ile beraber büyümede çok hızlı bir yavaşlama gördük. Bu tarz suni yapılan kredi büyüme etkileri (credit impulse) ne yazık ki çok sürdürülebilir olamıyor. Ve bir dönem sonraki büyümenizin önünü kesiyor.
Bir diğer elimizi zorlaştıracak konu ise bütçe açığımız. Bu yıl içeriden 200 milyar TL borçlanan Hazine’mizin 2020’de 300 milyar TL iç borçlanma ihtiyacı olacak. Bankalar ellerindeki kaynaklarla ya kredi verirler, ya da menkul kıymet alırlar. Ekonomide bütçe açığı yükseldikçe, kamunun borçlanma ihtiyacı yükselir, ve bunu da bankalardan borçlanarak finanse ederler. 2020 yılında bankalarımızın önünde şöyle bir sıkışıklık olabilir; ya özel sektörü fonlayacaklar (kredi vermek) ya da kamuyu fonlayacaklar (hazine tahvili almak). Elbette ki öncelik kamu (bütçe açığı) olacaktır. Ekonomide dışlama etkisi dediğimiz (crowding out) yani özel sektörün dışlanmak durumunda kaldığı, yeterince fonlanamadığı bir durumla karşılaşma ihtimalimizi azımsamayalım. Tam da bu yüzden bütçe açıklarının düşük olması (sıkı bütçe) bazı durumlarda iktisadi büyümeyi baskılamaz aksi şekilde destekler.
Özetle, gerçekten yüksek ve sürdürülebilir büyümeyi arzu ediyorsak, konuya sadece faiz ve kredi politikası ekseninde bakmaktan ziyade, tüm makro görünüme, enflasyon, global fonlama imkanları, bütçe, tasarruf ve yatırımlar ekseninden, bütüncül bakarak hesap kitap yapmakta fayda var. O zaman arzu ettiğimiz büyümeye daha sağlam adımlarla erişmemiz mümkün olur.