Bloomberght
Bloomberg HT Görüş Kerem Alkin Yüksek petrol fiyatları Türk ekonomisini 3 yerden vurabilir
Kerem Alkin
Kerem Alkin

Yüksek petrol fiyatları Türk ekonomisini 3 yerden vurabilir

Giriş: 11 Mart 2011, Cuma 08:31
Güncelleme: 11 Mart 2011, Cuma 08:31

Dünya ekonomisi ve özellikle aralarında Türkiye’nin de yer aldığı G-20 ülkeleri, petrol fiyatlarıyla ilgili tartışmayı büyümeye ve enflasyona etkisi itibariyle iki ana başlıkta tartışıyorlar. Tartışmalar, yükselen petrol fiyatlarının gelişmiş ekonomilerde 0,8 puan, gelişmekte olan ekonomilerde de 1,2 puan düzeyinde büyümeyi yavaşlatabileceğine işaret etmekte. Kısacası, en iyimser görüş dahi dünya ekonomisinin yükselen petrol fiyatları nedeniyle 0,4 puanlık bir büyüme kaybı yaşayacağına işaret ediyor.

Türk ekonomisi için ise, büyüme ve enflasyon riski benzer şekilde gündemde. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, her 10 dolarlık petrol fiyat artışının Türk ekonomisi için 0,4 puanlık bir enflasyon etkisi anlamına geldiğini belirtiyor. Bu durumda, bizim ekonomi yönetiminin 2011 yılı için öngördüğü ortalama petrol fiyatı 85 dolar iken, petrol fiyatları 115 dolara oturur ise, 30 dolarlık fark, 1 puanın üzerinde bir enflasyon yükselişi anlamına gelecek. Ekonomist Dr. Can Fuat Gürlesel ise, Türk ekonomisi için artan petrol fiyatlarının üçüncü bir risk daha oluşturduğunu hatırlatıyor ve altını çiziyor.

115 dolarlık petrol fiyatı, cari açığı 10 milyar dolar daha büyütebilir

Söz konusu üçüncü risk, büyüyen cari açık sorununa bağlı olarak, Türkiye’nin dışsal şoklara karşı açık, zayıf olma durumu. Yani, artan petrol fiyatları dünya ekonomisinde büyüme ve enflasyon boyutunda tartışılırken, Türkiye’de ayrıca zaten hayli yüksek olan cari açığı daha da büyütücü etkisiyle de tartışılıyor. Nitekim, Başbakan Yardımcı Ali Babacan her 10 dolarlık petrol fiyatı artışının Türkiye’nin enerji ithalat faturasını 4 milyar dolar yükselttiğini ifade ediyor. O halde şimdiden 10 milyar dolar daha cari açığı yükseltecek bir dışsal şok etkisinden söz etmek durumunda kalabiliriz.

Türkiye’nin artan dış ticaret ve cari açık konusu, 2004 yılından beri gündemden düşmeyen bir tartışma konusu. Malum, Türk Lirası’nın olması gereken değerin üzerinde olması, yani Türk Lirası’nda aşırı değerlilik uzunca bir süredir ekonomi çevrelerinde ihracatı yavaşlatıcı, ithalatı ise hızlandırıcı bir etkiye neden olduğu düşüncesi ile konuşuluyor. Küresel krizle birlikte Türkiye’de yavaşlama eğilimi gösteren dış ticaret ve dolayısıyla cari işlemler açığının (cari açık), sadece 2010 yılı içerisinde dahi ocak ayında kümülatif olarak (yıllıklandırılmış) yaklaşık 17 milyar dolardan, aralık ayı sonunda 49 milyar dolara ulaşması, sadece bir yıl içersinde 32 milyar dolarlık bir artış göstermesi, ekonomi yönetimini cari açığa yönelik önlem almaya sevk etti.

Ekonomi yönetiminin, küresel kriz öncesinde de 40 milyar doları aşmış olan cari açık konusuna o dönemde tedbir almak için önemli bir ekonomi politikası model değişikliğine gitmemiş iken, son birkaç aydır konuya daha ciddi bir hassasiyet ile yaklaşmasında, daha kapsamlı bir ekonomi politikası rota değişikliği ile eğilmesinde, cari açık konusunun G-20 Zirvesi’nin de gündemine girmiş olmasının, ülkelerin makro ekonomik performans karşılaştırmasında göstergelerden birisi olarak kabul edilmesinin etkisi göz ardı edilmemeli.

Geçtiğimiz yılın kasım ayı sonlarından itibaren masaya yatırılan konu, hem cari açığının büyümesinin önlenmesi, hem de cari açığın finansmanının kalitesinin yükseltilmesi boyutunda iki boyutuyla ele alındı. Bu nedenle, aralık ayı başından itibaren hayata geçirilen yeni para politikası modeliyle, yabancı sermayenin portföy yatırımları içerisinde kısa vadeli olan bir 10 milyar dolarlık kaynağın Türkiye’den çıkması sağlandı ve böylece kısa vadeli sıcak para giriş ve çıkışından kaynaklanan makro ekonomik dengesizliklerin önünü almaya yönelik adım atıldı. Ayrıca, cari açığın beklenenden hızlı büyümesinin Türkiye’nin ekonomik büyümesiyle de bağlantılı olduğu görüşü ile, Türk ekonomisini soğutma girişimine ağırlık verildi.

Kur artışı da TL cinsinden maliyetleri ağırlaştıracak

Bu amaçla, bankacılık sektörünün reel sektöre kullandırdığı kredi hacmindeki artışı yavaşlatmaya yönelik para politikası tedbirlerine başvuruldu. Alınan tedbirlerle bankacılık sektörünün kaynak maliyetini arttırmaya yönelik adımlar atıldı. Hayata geçirilen tedbirler öncesinde bankaların Türk Lirası ve Yabancı Para mevduat için ayırdıkları mevduat munzam karşılığı (zorunlu karşılık) miktarı 23,5 milyar TL ile, ek önlemlerle bir 22,5 milyar TL daha zorunlu karşılık ayrılması sağlanarak, toplam bloke edilecek kaynağın 46 milyar TL olması hedeflendi.

Bu arada, kasım ayı sonu itibariyle, ay ortalaması olarak 1,43 TL düzeyinde seyreden dolar-TL kur düzeyi, aralık ayında 1,51 TL’ye, 2011 yılının ocak ayında 1,55 TL’ye ve nihayet şubat ayı itibariyle 1,58 TL’ye yükseldi. Yani, kasım ayı ortalamasına göre, TL dolar karşısında aralık ayında 8 kuruş, ocak ayında 12 kuruş, şubat ayında ise 15 kuruş değer yitirdi. Bu önemli kur değişikliğinin ise ne aralık ayında, ne de 2011 yılının ocak ayında beklendiği ölçüde ihracat-ithalat dengesi üzerinde beklenen ölçüde etkisi gözlenemedi.

2010 yılı aralık ayında, dolar kurunun 8 kuruş artması sonrasında, ihracat bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 18,1, kasım ayına göre yüzde 26,5 artışla 11,9 milyar dolara yaklaşırken, ithalat artışı döviz kurlarındaki artışa rağmen, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 36,8 ve kasım ayına göre yüzde 20 artarak 20,5 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticaret açığı da bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 74,9 artarak ve kasım ayına göre ise yüzde 12 artarak 8,7 milyar dolara ulaşmıştır. Bir ayda verilen dış ticaret açığı açısından bu bir rekordur. Bu rakam daha önce 2008 yılı ağustos ayında, bir ayda verilen dış ticaret açığı olarak en fazla 8,2 milyar doları görmüştür. Yani, kur artışı ne ithalatın artmasını, ne de Cumhuriyet tarihinin en yüksek aylık dış ticaret açığının verilmesini engelleyememiştir.

Ekonomi yönetimi kur artışının etkilerini gözden geçirebilir

Sonuç olarak, kasım 2010’da, Türkiye’nin yurtiçi satış amaçlı ve ihracat amaçlı üretim için dünyadan zorunlu olarak ithal etmek durumunda olduğu sermaye (yatırım) malları ithalatı, yani makine parkı ithalatı ve ara (hammadde) malları ithalatı 14,7 milyar dolar iken, ocak ayında aynı zorunlu ithalat hacmi 14,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Yani, kasım ayından, ocak ayına 1,43 TL’den 1,55 TL’ye yükselen dolar kuru, zorunlu ithalat hacmi üzerinde hiçbir etkiye neden olamamıştır. Buna karşılık, kasım ayında zorunlu olmayan ithalat kapsamındaki tüketim malları ithalatı ise 2,4 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiş iken, ocak ayında 2 milyar dolar düzeyinde kalmıştır. Kasım ayına göre 400 milyon dolar gerilemiş olsa da, tüketim malları ithalatı 2010 yılının ocak ayına göre yüzde 47,5 artmıştır.

Ayrıca, 2011 yılının ocak ayında 2,5 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gereken Türk bankacılık sektörü ve reel sektör, 12 kuruşluk kur artışı nedeniyle, ödemesi gereken dış borç nedeniyle 300 milyon TL (eski rakamla 300 trilyon lira) ek maliyet artışı yaşamıştır. 2011 yılında 30 milyar dolara yakın dış borç ödemesi yapacak olan finans kurumları ve reel sektörün TL cinsinden dış borç maliyeti, ortalama dolar kuru artışı bu seviyede kalsa bile, 3,6 milyar TL fazladan finansman maliyeti artışı ile karşı karşıya kalacaklar. Yani sadece 12 kuruşluk kur artışı ile Türkiye’nin zorunlu ithalat kapsamındaki yatırım ve hammadde ithalatı için 2011 yılında fazladan ödemek zorunda kalacağı TL cinsinden maliyet 19,2 milyar TL, özel sektör dış borcu nedeniyle fazladan ödeyeceği bedel 3,6 milyar TL düzeyindedir. Yani, kur artışları nedeniyle, şimdiden 2011 yılı için gereksiz yere ve fazladan ekonominin üzerine 23 milyar TL’lik bir ek maliyet yükü bineceği anlaşılmaktadır.