Türkiye Yabancı Doğrudan Yatırımı Nasıl Daha Hızlı Çeker?
Türkiye’ye son 18 yılda gelen gayrimenkul yatırımları dışındaki yabancı doğrudan yatırımların çok büyük bir oranı sıfırdan yatırım yapmak yerine, Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlerimize yatırım yapmak suretiyle gerçekleşti. Söz konusu yatırımlar ise ağırlıklı olarak şirketlerimizden hisse alarak ya da bir kısım hisse, bir kısım sermaye artırım yoluyla onlara ortak olmak suretiyle oldu. Bu şekilde Türkiye’de yabancı sermayeli şirket sayısı, 2000’li yılların başında 5000’lerden 70,000’in üzerine çıktı ve bu dönem zarfında Türkiye’ye 200 milyar doların üzerinde yabancı doğrudan yatırım geldi.
Bu yatırımların şirketlerimiz kanalıyla gelmesinin en önemli nedeni Türkiye’de her sektörde, veya her sektörün alt sektöründe faaliyet gösteren girişimci iş insanlarımız tarafından kurulmuş, sağlam yöneticiler ile yönetilen başarılı şirketlerimizin bulunmasıydı. Dolayısıyla yabancı yatırımcının sıfırdan bir iş kurmasına gerek yoktu ve hazırı vardı. Ancak hazırına gelmiş olması, bu sermayenin önemini azaltmıyor. İstisnaları bir kenara bırakırsak, sermayenin yanısıra teknoloji ve know-how transferini o şirkete getiriyor, ardından yurt dışı pazarlarda yeni ihracat imkanları açıyor, şirketlere kurumsallık ve hesap verilebilirlik ile disiplin getiriyor ve şirketlerimizi hızla büyütüyor. Ayrıca şirketlerimize ve hissedarlarına gelen sermaye zaman içinde tekrar yatırımlara dönüşüyor.
Bu yatırımları biraz daha dikkatli analiz ettiğimizde, gelen yatırımların tutar olarak %11 civarının özel sermaye fonları, ya da girişim sermayesi fonları tarafından yapıldığını görmekteyiz. Ancak bu sayı yanlızca doğrudan yapılan özel sermaye ve girişim sermayesi yatırımlarını göstermektedir. Yapmış olduğumuz araştırmalar, dolaylı yoldan gelen özel sermaye yatırımlarının payının, yabancı doğrudan yatırımlar içinde %35’lere çıktığını gösteriyor. Adetsel bazda baktığımızda bu rakamlar doğrudan özel sermaye için %25, dolaylı özel sermaye için %65ler’i buluyor. Diğer bir deyişle özel sermaye fonları bu tür yatırımların yapılmasında öncü rol oynuyor ve bunları tetikliyor (bir örnek vermek gerekirse Callpex Çağrı Merkezi’ni satın alan Fransız çağrı merkezi şirketi Webhelp’in, o tarihte çoğunluk ortağı bir özel sermaye fonu idi ve yönetimde söz sahibi idi).
COVİD-19 krizinin hemen öncesinde Türkiye dahil yükselen pazarlar, Çin ve Uzak Doğu Asya'daki bazı bölgeler hariç, özel sermaye fonlarını çekmekte aşırı derecede zorlanıyordu. Getiriler, ABD ve Avrupa ile karşılaştırıldığında iyi değildi, esas olarak yaşanan birçok ani devalüasyon nedeniyle yatırımcılar yükselen pazarlardan uzak duruyordu. Türkiye’ye baktığımızda ise 2019 sonu itibariyle toparlanma belirtileri görülüyordu ve hatta Türkiye’ye yönelik yeni 1 milyar dolara yakın fon toplanmıştı. Yükselen pazarlar arasında, Türkiye, birçok makro zorluğuna rağmen, mikro hikayeleriyle yatırım çekiyor ve çıkışlara elverişli bir ortam sağlayabiliyordu. Bu, bazı teknoloji alanında mega risk sermayesi çıkışlarını da kapsıyordu. Ancak korona krizi tüm bu dengeleri bozdu.
Türkiye’ye gelen yabancı doğrudan yatırımcılar ile bunları Türkiye’ye gelmeye cezbedebilen Türk şirketleri arasında yapılacak işlemlerin seyahat kısıtlamaları ve sağlık endişeleri nedeniyle daha en az 1.5-2 yıl fiziksel toplantılar ve ziyaretler suretiyle değil çoğunlukla online ortamlarda yapılacağını tahmin ediyoruz. Ancak seyahat kısıtlamalarının yanısıra, bunların stratejik nedenlerle de hız kesebileceğini bekliyoruz. Devletler, ülkeleri için stratejik olduğunu düşündükleri çeşitli sektörler için ilk aşamada yabancı mülkiyeti sınırlayabilirler ve sınır ötesi birleşme ve satın alma işlemlerine bir müddet izin vermeyebilirler.
Bu durumda yabancı doğrudan yatırımcılar tekrar Türkiye’ye ilgilerini yoğunlaştırana kadar büyük ve iyi durumda olan Türk şirketlerinin, kendilerinden küçük ve zor duruma düşmüş diğer şirketleri satın almaları birçok açıdan önem taşımaktadır.
Tedarik zinciri çeşitliliğinin öneminin çok iyi anlaşıldığı ve yanlızca örneğin Çin gibi tek bir ülkeye bağımlı kalınmanın ne kadar sakıncalı olduğunun görüldüğü durumda Türkiye’nin önünde çok büyük fırsatların olduğu aşikardır. Yanlız unutmayalım ki Türkiye bu konuda yanlız değildir. Öncelikle Asya’nın Vietnam, Laos, Endonezya gibi diğer ülkeleri başta olmak üzere, Mısır, Cezayir, Fas, Polonya, Romanya, Sırbistan gibi çok sayıda ülke aynı hedefe kilitlenmiş durumdalar. Hepsi Çin’den kayacak üretimi ülkelerine getirebilmek için yarışıyorlar. Tabi ki Türkiye’nin burada çok farklı ve diğerlerinde olmayan hem jeopolitik, hem insan kaynağı, hem de sanayi, teknoloji ve ticaret alanındaki üstün özellikleri ile ön plana çıkıyor. Ancak bunlar tek başına yeterli olamıyor.
Genel makro konjonktürün iyileştirilmesi yolunda yapılması gerekenlerin yanısıra mikro düzeyde odaklanmamızın faydalı olacağı konuları irdelemek istiyorum. Yukarıda bahsi geçen özel sermaye yatırımları dahil yabancı doğrudan yatırımlar daha çok büyük yatırım yapmayı tercih ediyorlar. Örneğin şirketlere yatırım yapacakları miktarın 15-20 milyon dolar ve üzerinde olmasını istiyorlar. Kaba bir tahminle bu tür bir yatırımı çekebilecek bir şirketin cirosunun da bu rakamlara eşdeğer olması ve makul bir karlılığının olması beklenir. Ancak Türkiye’de en büyük 1000. Şirketin cirosunun ancak bu rakamlar ettiğini düşünürsek, demek ki milyonlarca KOBİ bu cironun altında ve bu fonları ya da yabancı doğrudan yatırım çekebilir durumda değil. O halde süratle şirketlerimizi öncelikle kendi aralarında yapılacak birleşme ve satın almalar ile hızla büyütmemiz lazım.
Peki ne yapılabilir? İyi durumdaki şirketlerin sektörlerindeki diğer şirketleri satın almaları ya da onlarla birleşmeleri hemen teşvik edilebilir. Hükümetimiz bunun iyi olduğunu hem her platformda anlatır, hem de finansal olarak adımlar atar. Bu yıllardır yapılamayan sektörel konsolidasyon için mükemmel bir zamanlamadır. Bu sayede hem zor durumdaki şirketler kurtarılabilir, hem de şirketlerimiz büyüyeceklerinden ilerde yabancı doğrudan yatırımlara da iyi birer namzet haline gelirler ve Türkiye’ye yabancı sermayeyi çekebilirler. Bu bağlamda aşağıdaki konuların, konunun uzmanlarını da biraraya getirmek suretiyle Hükümetimizin ilgili organları tarafından çok boyutlu değerlendirilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Örneğin:
-Bankaların, sadece hedef şirketlerin gelecekteki nakit akışlarına dayalı olarak verecekleri teminatla “Satın Alma Finansmanı” (veya KGF garantisi ile) sağlamasına izin verilebilir.
-Satın alan veya birleşen şirketler için yapmış olduğu yatırım tutarı için kurumlar vergisinden muafiyet sağlanabilir.-
-Satın alan şirketler için bir satın alma sigortası sağlanabilir (örneğin sonradan ortaya beklenmedik durumlar çıkarsa, belirli bir risk priminden sigortalanabilir).
-Şirketlerin satış / yatırım almaya veya başkalarını satın alabilmeye hazır düzeye getirmek için danışmanlık çalışmalarına teşvik sağlanabilir. Söz konusu işlemler oldukça karmaşık ve uzmanlık gerektiren işlemler olduğundan uzman danışmanlar kanalıyla yürütülmelidir. Ancak şirketler bu ücretleri vermketen imtina ettiklerinden bu işlemler yapılamıyor veya çok gecikiliyor. Oysa danışmanlık ücretlerine destek verilmesi ile daha hızlı ve doğru işlemler sağlanabilir.
-Çalışanların şirketi kaldıraçlı satın alma yoluyla satın almalarına kredi kolaylığı getirilebilir.
-Yatırımlar için yanlızca yatırımın getirisini teminat kabul edebilecek gerçek anlamda “proje finansmanı”na izin verilebilir.
-Kurumlar vergisi ve stopaj vergisi ivedilikle %10’lar seviyesine düşürülebilir. Ayrıca sosyal güvenlik vergisi üzerindeki işveren yükü ortadan kaldırılabilir. Bu da, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınmasına ve birleşme ve devralma yoluyla yabancı sermayenin rekor hızlarda ülkeye getirilmesine yardımcı olacaktır. Korona sonrası bu işlemlerin online yürütüleceği düşünüldüğünde kayıt içinde olunması, şirketi sanal ortamda bu işlemlere yatkın hale getirecek ve bu işlemlerin daha hızlı yapılabilmesine olanak sağlayacaktır.
-Şirketlerin, iş kollarına ve iş kollarına dayalı karlılıklarına göre daha iyi raporlama için teşvik edilmesi önemlidir. Bu da şirketin şeffaflığını ve dolayısıyla daha iyi anlaşılacağını sağlayacağından şirket satın almalarını kolaylaştıracak unsurların başında geliyor.
-Bankacılık kanunu, bankaların borçlarını yeniden yapılandırmasına, toptan silmesine veya rekabet sürecinde borçlarını kurumsal borç alıcılarına satmasına izin verilebilir. İflas kodları da buna izin verecek şekilde revize edilebilir. Böylelikle zor durumdaki şirketlerin kurtarılabilmesinin ve satın alınmalarının önünün açılması sağlanabilecektir.
Biliyoruz ki dünyada özel sermaye fonlarında 2.4 trilyon dolar yatırıma dönüşmeyi bekleyen nakit vardır ve bu nakit korona krizi sonrası dünyada kendine gidecek adres arayışı içinde olacaktır. Ancak bu sermayenin öncekinden çok daha yavaş ve dikkatli bir şekilde yatırımlara dönüşmesi de kaçınılmazdır. İşte tam bu noktada Türkiye şayet yukarıda belirtilen kritik noktalarda dokunuşlar yapabilirse, şirketlerimiz hem özel sermaye fonlarını, hem de çok uluslu yabancı şirketleri kendilerine çekebilir ve Türkiye çok ciddi ikinci bir yabancı sermaye hamlesi gerçekleştirebilir.
Barış Öney
Globalturk Capital, Kurucu ve Yönetici Ortağı, EMPEA Türkiye Temsilcisi