Bloomberght
Bloomberg HT Görüş İrfan Donat Hayvancılık sektörü keskin viraja girdi
İrfan Donat
İrfan Donat
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde lisans eğitimi aldıktan sonra, yüksek lisansını Southern Polytechnic State University'de işletme üzerine yaptı. Gazeteciliğe 1997 yılında Milliyet Gazetesi'nde başladı. 2009-2012 yılları arasında Sabah Gazetesi'nde ekonomi editörü olarak çalıştı. Enerji, tarım ve gıda sektörüne yönelik haber, araştırma ve röportajlara imza attı. 2013 yılından bu yana Bloomberg HT'de tarım editörü olarak görev alıyor. Bloomberg HT Televizyonu'nda Tarım Analiz, Akıllı Tarım ve Mevsiminde Tarım programlarını hazırlayıp sunuyor. İrfan Donat, www.bloomberght.com sitesinde de tarım ve gıda sektörüne yönelik köşe yazıları yazıyor.

Hayvancılık sektörü keskin viraja girdi

Giriş: 16 Haziran 2021, Çarşamba 17:07
Güncelleme: 17 Haziran 2021, Perşembe 09:11

Tarım konuşurken hayvansal ve bitkisel üretim ayrı düşünülemez.

Sonuçta, her iki üretim alanı birbirini dengeleyen, tamamlayan bir döngü içerisinde yer alıyor.

Ama bizler bu iki alanı zamanla ayrıştırarak hem dengeyi hem de döngüyü bozmuş durumdayız.

O yüzden bugünlerde hayvancılıkla uğraşanlar deyim yerindeyse ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Büyükbaş, küçükbaş veya kanatlı sektörü…

Et, süt veya yumurta üretimi…

Fark etmiyor...

An itibariyle neredeyse hepsinin sorunu aynı, kaderi ortak.

İthal girdilere dayalı bir tarımsal üretim modelinin ne kadar kırılgan olduğunu, riskler barındığını ve sektörü çıkmaza sürüklediğini yıllardır her fırsatta dile getiriyoruz.

Üreticilerin ana hammadde ve girdileri dolar ve euro ile temin edilip, üretilen ürünler TL bazında satılıyorsa bunun tercümesi taşıma su ile değirmen döndürmektir.

İhracat tarafında yaşanan “tek pazara bağımlılık” ya da “az sayıda pazara yoğunlaşarak pazarı çeşitlendirmeme” sorunu da böyle dönemlerde işin tuzu biberi oluyor.

Hayvancılık sektörünün ana gündemi girdi maliyetlerindeki yüksek seyir.

Yem ise en öne çıkan kalem…

Genel itibariyle süt üreticisine de sorsanız, et üreticisinin kapısını da çalsanız ya da yumurta üreticisine de kulak verseniz söyledikleri şey aynı olacaktır.

Yem fiyatları son 1 yılda neredeyse yüzde 100 seviyesinde arttı.

Ama aynı dönemde hayvancılık yapanların ürettikleri ürünlerin satış fiyatları bu oranlarda artmadı.

Peki böyle bir ortamda bu iş nasıl sürdürülür?

Bu maliyetlerin altından nasıl kalkılır?

An itibariyle yukarıda saydığım tüm alanlarda maalesef üreticiler bu maliyetlerin altından kalkamıyor.

Altında kalıyor...

O yüzden anaç hayvanlar kesime gidiyor.

O yüzden işletmeler kapanıyor ya da el değiştiriyor.

O yüzden işletme kapasiteleri düşüyor.

Sonuç itibariyle bugün talepte yaşanan sorunlar kaynak gösterilirken, yarın arz tarafında sıkıntılara yol açacak riskler beliriyor ve krize doğru sürükleniyor.

Herkes durumunda farkında…

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, son yaptığı açıklamada arpa ve mısırda yaşanan fiyat artışları ve spekülatif amaçlı stoklama faaliyetlerinin besici ve yetiştiricileri olumsuz etkilediğini kabul ediyor.

“Yem piyasalarındaki olağanüstü artışlara müdahale ediyoruz” diyerek "TMO üzerinden yem regülasyonu çalışmalarını başlatıyoruz" mesajı veriyor.

Bu arada TMO’nun hayvancılık sektörüne yem tahsisleri oluyor. Ama sektörün toplam ihtiyacının ancak üçte biri karşılanabiliyor.

Bakanlık yetkilileri, üreticiler ve sanayicilerle görüşüyor. Toplantı üzerine toplantılar yapılıyor. Birlik başkanları ve sektör temsilcileriyle telefonlaşılıyor, görüntülü online görüşmeler yapılıyor.

Ama geldiğimiz noktada sıkıntı arz tarafında olunca sözlü yönlendirme, müdahale mesajları ya da sınırlı tahsislerin etkisi de sınırlı kalıyor.

Palyatif çözümler pek işe yaramıyor.

ARZ-STOK YÖNETİMİ

Arz tarafındaki açık ve stoklardaki yetersizlik, sektörü hem spekülatif hem de manipülatif hareketlere daha açık hale getiriyor.

Geçtiğimiz yıllarda hem arz tarafındaki sıkıntı hem de iç piyasadaki yüksek fiyat seyrine karşı eldeki en kolay(!) ve etkili(!) enstrüman ithalat sopası ve gümrük vergilerinin indirilme/sıfırlanma hamlesi idi.

“İdi” diyoruz çünkü her ne kadar bu yöntemlere yine yakın zaman içinde başvurulacak olsa da piyasadaki etkisi maalesef eskisi gibi olmayacak. Olduğu zaman da bunun faturası çok daha yüksek olacak. Bu yüksek fatura hazineye zarar olarak yazılacak ve günün sonunda bu fatura aslında hepimizin cebinden çıkacak.

O yüzden an itibariyle konuştuğumuz, tartıştığımız mevzular aslında sonuca varmaktan uzak, kısır döngüden ibaret.

Bugün hayvancılık sektörünün gündeminde girdi maliyetleri dışında ne var?

Karkas et, çiğ süt ve yumurta tarafında üretici fiyatlarının ne olacağı ya da olması gerektiği tartışılıyor değil mi?

Bugün üretici istediği fiyatı alsa dahi mevcut üretim modeli sürdüğü ve kur riski kucağımızda olduğu müddetçe önümüzdeki aylarda yeniden kısır döngü ile fiyatların ne olması gerektiğini hep konuşuyor olacağız.

Dolayısıyla bizim sonuçlardan öte nedenlere odaklanma zamanımız geldi de geçiyor bile.

Bizi bugün üretici fiyatlarının ne olması gerektiğini tartıştıran temel gerekçe ne?

Üretim maliyetleri değil mi?

Üretim maliyetlerini düşürmek, en azından denge sağlayabilmek adına hangi politika ortaya konuldu?

Sürdürülebilirlik adına üretim modelinde değişikliğe gitmek, verimlilik ve kaliteyi artırmak noktasında bir dönüşüm üzerine kafa yorduk mu?

En basit ifadeyle hayvancılık sektörünün büyüme hızı ve talebine karşılık gelen bir bitkisel üretim politikasını ortaya koyabildik mi?

Hem kaba hem de kesif yem tarafında hammadde yeterlilik oranlarını artırabildik mi?

Daha spesifik bir soru…

Türkiye’nin ihtiyacı olan soya fasulyesinin neredeyse yüzde 95’i ithal. İyi bir münavebe bitkisi ve mısırın yetiştiği hemen her iklimde rahatlıkla yetişebilen soya, fiyat istikrarsızlığı sebebiyle çiftçi tarafından çok rağbet edilmiyor. Önemli bir bitkisel yağ ve en önemli yem hammaddelerinin başında gelen soyanın ekim alanlarını genişletmek, çiftçiye alım ve fiyat garantisi vermek amacıyla TMO’nun alım kampanyasına dahil edilmesi söz konusu olamaz mı?

Ya da soya ile ilgili böyle bir adım atılamıyorsa yüzde 95 oranındaki ithal girdi bağımlılığını azaltmak adına alternatif yem ürünleri üzerinde neden yıllardır yol kat edilemiyor?

Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık açısından mera, çayır ve otlakların rehabilitasyonu ve adil kullanımı ile hayvanların yararlanma oranlarını artırmak adına bugüne kadar ne yaptık?

Daha sorulacak çok soru var…

AMA, FAKAT, LAKİN...

Dolayısıyla kimse, “Ama bu sezon kuraklık var… Fakat pandemi etkisi vs…” tarzında gerekçeler ortaya koyamaz.

İklim şartlarının gayet olumlu seyrettiği, pandeminin ortalıkta olmadığı dönemlerde de benzer sorunlara dönem dönem şahit olundu.

Pandemi ve kuraklık bu dönemde işin tuzu biberi oldu” demek daha doğru olur.

Aksi takdirde “iklim değişikliği” ve “pandemi”yi tek gerekçe olarak göstermek kolaycılık ve başımızı kuma gömmekten başka bir şey değildir.

Özetle, hayvancılık sektörü yeniden virajda.

Ama unutmayalım…

Her geçen gün dönülen virajlar biraz daha keskinleşiyor ve o virajlara gün geçtikçe daha hızlı şekilde giriyoruz.

NOT: Tam bu yazıya nokta koyarken USK’nın çiğ süt referans fiyatı açıklandı. Gıda Komitesi tarafından Temmuz-Aralık 2021 dönemi için çiğ süt referans fiyatı litre başına 3.20 TL olarak belirlendi ve 30 kuruş olan prim desteği 20 kuruşa düşürüldü. Böylece son 6 ayda yem fiyatları ortalama yüzde 35 zamlanırken, çiğ süt fiyatı prim desteği dahil yüzde 9,6 artırıldı. Halbuki çiğ süt üreticisinin artan maliyetler karşısında beklentisi en az prim dahil 4 TL seviyesindeydi.

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

Diğer Yazılar

Gıda terörü tam gaz
İRFAN DONAT - Bloomberg HT Tarım Editörü Gıdada taklit ve tağşişin maalesef önüne geçilemiyor. Bal görünümlü glikoz şurubu, at ve eşek etinden köfte ve lahmacun, pamuk yağı karıştırılmış zeytinyağı derken bir dönem merdiven altı diye tabir edilen milyarlarca liralık sahte gıda ekonomisi artık...